Settings
Light Theme
Dark Theme
Podcast Cover

Şiirler Ve Kitaplar

  • Huzur

    28 APR 2024 · insan için asıl saadet bu, anladın mı mümtaz? sonunu bile bile ve o sona rağmen, kendisini idrak etmek. basit bir jest değil mi? kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturuyorum. adalelerimi yokluyorum. basit bir şey. fakat bütün ölüm çarkına rağmen kendimi ikrar ettim. varım, diyorum; fakat yarın olmayabilirim, yahut bir başkası, bir budala, bir bunak olabilirim. fakat şu dakikada varım. varız, anladın mı mümtaz? varlığını sevebiliyor musun? uzviyetine dua edebiliyor musun? ey gözüm, ey boynum, ey kollarım, karanlık ve aydınlıklarım! size şükrediyorum, bu dakikanın sarayında, bu anın mucizesinde beraberce var olduğumuz için; sizinle bir andan öbürüne geçebildiğim için; anları birleştirip düz ve yekpare zaman kurabildiğim için. benim şaşırdığım şey bir taraftan insanın ve manevi kıymetlerin etrafında ısrar ederken, öbür taraftan cemiyet içinde bir kalkınma işi ile uğraşmanız, her şeyin başında iş hayatının tanzimini istemenizdir. ateş gibi, fakirlik insanı güzelleştirir ve asilleştirir; fakat sefalet hoyratlaştırır, ruhen sefil eder. insanda insanı öldürür. insanlık şerefi ancak muayyen bir refah içinde mümkündür. çalışmaya imkan verecek bir refah! niçin ruhi hayatımızın büyük bir kısmını bu hasret yapar? bir katresi olarak yaratıldığımız ummanı mı arıyoruz? maddenin sükununun peşinde miyiz? yoksa zamanın çocuğu, onun potasında pişmiş bir terkip ve onun mazlumu olduğumuz için geçen ve kaybolan tarafımıza mı ağlıyoruz? hakikaten bir kemalin arkasından mı gidiyoruz? yoksa zalim zaman nizamından mı şikâyet ediyoruz? --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/poetika1/message
    3m
  • Küçük Seyler

    27 APR 2024 · Küçük şeylerin üstesinden geldiğimizden, onları ele almaya daha ehil olduğumuza inanırız; oysa hiçliğe ulaşmak da bütüne ulaşmak kadar zordur. ikisi için de sonsuz kapasite gerekir. Hayali varlığımız olmadan asıl varlığımızla tatmin olmamamız ve biri için diğerinden sürekli feragat etmemiz, öz varlığımızdaki hiçliğin bir büyük göstergesidir. Ne zaman kendisine bağlanıp tutunacak bir dayanak noktası bulduğumuzu düşünsek, onun da sarsıldığını ve bizden uzaklaştığını görürüz. onu takip edecek olursak elimizden kayıp gider, sonsuza kadar bizden kaçar. bizim için sağlam kalan hiçbir şey yoktur. bu, doğal durumumuzdur; ama eğilimlerimize en çok ters düşen durum da budur. çıktığımızda sonsuza erişebileceğimiz bir kule inşa etmek için sağlam bir zemin ve dayanıklı bir temel bulma arzusuyla yanıp tutuşuyoruz. fakat bütün temeller çatırdıyor, altımızdaki toprak yarılıp uçurumlara dönüşüyor. işte gerçek halimiz budur: kesin bilgiye de mutlak cehalete de sahip olamayışımızın sebebi budur. geniş mi geniş bir alanda, daima kararsız ve başıboş bir halde oradan oraya sürüklenip duruyoruz. PASCAL --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/poetika1/message
    2m 1s
  •  ⁠Severmişim Meğer

    26 APR 2024 · Yıl 62 Mart 28 Prag-Berlin treninde pencerenin yanındayım akşam oluyor dumanlı ıslak ovaya akşamın yorgun bir kuş gibi inişini severmisim meger akşamın inişini yorgun kuşun inişine benzetmeyi sevmedim toprağı severmişim meğer toprağı sevdim diyebilir mi onu bir kez olsun sürmeyen ben sürmedim Platonik biricik sevdam da buymuş meğer meğer ırmağı severmişim ister böyle kımıldanmadan aksın kıvrıla kıvrıla tepelerin eteğinde doruklarına şatolar kondurulmuş Avrupa tepelerinin ister uzasın göz alabildiğine dümdüz bilirim aynı ırmakta yıkanılmaz bir kere bile bilirim ırmak yeni ışıklar getirecek sen göremeyeceksin bilirim ömrümüz beygirinkinden azıcık uzun karganınkinden alabildiğine kısa bilirim benden önce duyulmuş bu keder benden sonra da duyulacak benden önce söylenmiş bunların hepsi bin kere benden sonra da söylenecek gökyüzünü severmişim meğer kapalı olsun açık olsun Borodino savaş alanında Andırey’in sırtüstü seyrettiği gök kubbe hapiste Türkçeye çevirdim iki cildini Savaşla Barış’ın kulağıma sesler geliyor gök kubbeden değil meydan yerinden gardiyanlar birini dövüyor yine ağaçları severmişim meğer çırılçıplak kayınlar Moskova dolaylarında Peredelkino’da kışın çıkarlar karşıma alçakgönüllü kibar kayınlar Rus sayılıyor kavakları Türk saydığımız gibi İzmir’in kavakları dökülür yaprakları bize de Çakıcı derler yar fidan boylum yakarız konakları Ilgaz ormanlarında yıl 920 bir keten mendil astım bir çam dalına ucu işlemeli yolları severmişim meğer asfaltını da Vera direksiyonda Moskova’dan Kırım’a gidiyoruz Koktebel’e asıl adı Göktepe ili bir kapalı kutuda ikimiz dünya akıyor iki yandan dışarda dilsiz uzak hiç kimseyle hiçbir zaman böyle yakın olmadım eşkiyalar çıktı karşıma Bolu’dan inerken Gerede’ye kırmızı yolda ve yaşım on sekiz yaylıda canımdan gayri alacakları eşyam da yok ve on sekizimde en değersiz eşyamız canımızdır bunu bir kere daha yazdımdı çamurlu karanlık sokakta bata çıka Karagöz’e gidiyorum Ramazan gecesi önde körüklü kaat fener belki böyle bir şey olmadı …. çiçekler geldi aklıma her nedense gelincikler kaktüsler fulyalar İstanbul’da Kadıköy’de Fulya tarlasında öptüm Marika’yı ağzı acıbadem kokuyor yaşım on yedi kolan vurdu yüreğim salıncak buluTlara girdi çıktı çiçekleri severmişim meğer üç kırmızı karanfil yolladı bana hapishaneye yoldaşlar 1948 yıldızları hatırladım … severmişim meğer gözümün önüne kar yağışı geliyor ağır ağır dilsiz kuşbaşısı da buram buram tipisi de meğer kar yağışını severmişim güneşi severmişim meğer şimdi şu vişne reçeline bulanmış batarken bile güneş İstanbul’da da kimi kere renkli kartpostallardaki gibi batar ama onun resmini sen öyle yapmayacaksın meğer denizi severmişim hem de nasıl ama Ayvazofki’nin denizleri bir yana bulutları severmişim meğer ister altlarında olayım ister üstlerinde ister devlere benzesinler ister ak tüylü hayvanlara ay ışığı geliyor aklıma en aygın baygın en yalancısı en küçük burjuvası severmişim yağmuru severmişim meğer ağ gibi de inse üstüme ve damlayıp dağılsa da camlarımda yüreğim beni olduğum yerde bırakır ağlara dolanık ya da bir damlanın içinde ve çıkar yolculuğa hartada çizilmemiş bir memlekete gider yağmuru severmişim meğer ama neden birdenbire keşfettim bu sevdaları Prag-Berlin treninde yanında pencerenin altıncı cigaramı yaktığımdan mı bir eski ölümdür benim için Moskova’da kalan birilerini düşündüğümden mi geberesiye saçları saman sarısı kirpikleri mavi zifiri karanlıkta gidiyor tren zifiri karanlığı severmişim meğer kıvılcımlar uçuşuyor lokomotiften kıvılcımları severmişim meğer meğer ne çok şeyi severmişim de altmışında farkına vardım bunun Prag-Berlin treninde yanında pencerenin yeryüzünü dönülmez bir yolculuğa çıkmışım gibi seyrederek NAZIM HİKMET RAN --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/poetika1/message
    7m 53s
  • Karanlık Duvarlar

    23 APR 2024 · I. Önünü alamıyorum bu kör gidişlerin yollarda Herkes bir yere gidiyor önünü alamıyorum Çaresiz direniyorum bu dönüm noktalarında kimse elini uzatmıyor Bir gürültülü yaşamağa gidiyor dünya boşalan bir deniz gibi Bu sesler ormanında kaybolan bir çağ bu. Nereye gitsem hep apartmanlar çıkıyor önüme Alıp başımı duvarlara çarpıyor bu yollar Gidip gelmelerim bu dar sokaklarda İnsanların koşup dolduğu bu dar yapılarda Bir kısır döngüye girmek için bütün çabalar Biz bunun için mi geldik. II. Kara ağaç gibi bağlıyım katı bir çağ bu Her şey bir makine düzenine gidiyor – düzen diyorlar beni çağırıyorlar – Irmak yatağına sığınıyorum sınırlı bir çağ bu Baktığımız her şeyde bir yalan kabuğu Bir mercek düzenine bağlanıyor gözlerimiz. III. Şu zaman çıkmazında alıp beni bir altmış yaşa bağlıyorsunuz Doğmadan ölüme yöneldik gerisi yok diyenler var Sınırlı yıl oyunlarına inananlar var Sizin güveniniz bir güneş düzeninde Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum Bir ağacı büyütüyorum her yerimle Bir ağacı uyguluyorum – her şey bir ağaç düzeninde – Yerde gökte ve her her yerde Dallarında ben ağacın incecik köklerinde Boğuluyorum – bağlanıyorum – Ben mezarların karanlık çağına dayanıyorum. IV. Şu dar odanın katı yalnızlığında Ve her şeyin çıplaklığında Durup bir pencereyi deniyorum Gizliliğin dışına çıkıyorum Araçların İnsanların Şehrin ve meydanların ve kalabalığın ve herşeyin İçimde yalnız ve yapraksız Bir kavak ağacı büyüyor – Çıplak ve göğe doğru – Ama küskün ama yalnız ama yapraksız ve uzun Bir ağlama duvarı bu. Yatak ve yorganın kuru yalnızlığında Ve aklın dar yalnızlığında Şehrin ve herşeyin Ve kalabalığın yorgunluğunda Saçların ve parmakların Ve gözlerin ve gecenin bu bulanık çağında Ve aynaların sığ görünümünde Bunalıyorum. V. Susmanın kalesine sığınıyorum Önümde karanlıktan duvarlar Sırtımda insan yüklü bir gök var. Maraş 1959 --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/poetika1/message
    3m 55s
  • Yaşamak

    23 APR 2024 · Neden diye sormayın hemen. Onu ben kendi kendime de açıklayabilmiş değilim henüz. Kişinin ihtiyaç duyunca aramasının binlerce çeşidi olmalı. Aradığımızın ne olduğunu biliyorsak, arayacağımız yer bellidir. Bakınırız ve onun işaretlerini tanımakta güçlük çekmeyiz. Sıkıntı kollarını göğsümde kavuşturmuş. Soluk alırken, genişleyip daralan kaburgalarım, zamanın boşuna ve nedensiz geçtiğini biliyor. Çoktandır yabancı bir cismin kalbime sürtünmekte olduğunu biliyorum. Yine de biri çıksa, nasılsın dese alışkanlıkla iyiyim diyeceğim. Kederli olduğumda söylenemez zaten. Buna sebepte yok çünkü. Ne taze bir ölüye sahibim, ne felâket geçirenlerim var. Dedim ya oturuyorum öylece. İyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar yok. Hiç beklemiyordum, birden kadın bana çevirdi bakışını. Tanrım ne büyük bir merak içindeydi bu bakış. Durmadan sormaktaydı. Hayattan ne beklediğimi sormaktaydı...Günü birlik yaşama içinde elde edilebilen sayısız imkanlar kaçırmıştı. Bu durumda ona bakmak zordu. Huzursuz kımıldayarak ondan kurtulmaya çalıştım. Fakat bakışımı tutmuştu, ondan ayrılamıyordum, tanışmıştık bir kere. Tekrar karşılaştığımız takrirde, sorularını, ikinci kez tekrarladığını bilerek, düşündü mü der gibi, başkalarının öğrenmelerine duyulan güvensizlikle, yine alay ederek tekrarliyacağını düşünüyordum. Fakat umulmadık bir anda başka, herhangi bir şeyle ilgilenmeye başladı... Birden sahipsiz kalmıştım. Bakışım, yere paralel durmak zorunda bulunan, fakat içindeki sertlik süratle yumuşayan bir bakır tel gibi eğiliyordu boyuna. Durumun saçmalığını kavrayıncaya kadar bir an bocaladım. Bu belki de devam edecekti ama, seni hissettim. Evet, bakıyordun, yanılmamıştım...Bunu hissetmemden ne kadar önce başlamıştım bilmiyorum ama, bakışlarımız karşılaşınca kaçtın, önüne döndün...ve dönmen için zamanın vardı. Fakat dönmemiştin. Omuzlarından bana dokunup kaldığını anladım. Görüyordun, beni hissediyordun. Ve o zaman başladı. İste yine bir şey var. Bakıyordum sana. Şimdi birşeysin benim için...Varsın. Fakat bocalıyordum. Gizlice düşündüğüm, farkedilmesinden korktuğum hakikat sen miydin, yoksa ben, hatırasızlığı, boşluğu, en ucuz şekilde, sırtımdan korkakça, hiç bir teşebbüste bulunmadan birden bire atmak için yine hayal mi kuruyordum. Dedim ya işte, bocalıyorum. Yeniden yaşamaya başlamak kolay mı? CAHİT ZARİFOĞLU --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/poetika1/message
    4m 28s
  • Pia

    16 APR 2024 · PiA Ne olur kim olduğunu bilsem Pia'nın. Ellerini bir tutsam, ölsem; Böyle uzak uzak seslenmese, Ben bir şehre geldiğim vakit, O başka bir şehre gitmese: Otelleri bomboş bulmasam. İçlenip buzlu bir kadeh gibi, Buğulanıp buğulanıp durmasam. Ne olur sabaha karşı rıhtımda, Çocuklar Pia'yı görseler, Bana haber salsalar bilsem. İçimi büsbütün yıldız basar. Bir hançer gibi çıkıp giderdim. Ben bir şehre geldiğim vakit, O başka bir şehre gitmese, Singapur yolunda demeseler. Bana bunu yapmasalar yorgunum. Üstelik parasızım, pasaportsuzum. Ne olur sabaha karşı rıhtımda, Seslendiğini duysam Pia'nın: Sırtında yoksul bir yağmurluk, Çocuk gözleri büyük büyük; Üşümüş, ürpermiş, soluk. Ellerini tutabilsem Pia'nın, Ölsem; eksiksiz ölürdüm. Attila İlhan --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/poetika1/message
    2m
  • Bırakılmışlığın Tadı

    31 MAR 2024 · «Çevreyi tanımlamak değil, duygularla yaşamak gerekir…» Her sevginin başlangıcı ve süreci, o sevginin bitişinin getireceği boşluk ve yalnızlık ile dolu. Belirsizlikler arasında belirlemeğe çalıştığımız yaşam gibi. Sevgi isteği, kendi kendine yaşamı kanıtlama dileği kadar büyük. Belki kendilerine yaşamı kanıtlamaya gerek duymayan insanlar, sevgileri de derinliğine duymadan, acıya dönüştürmeden yaşayıp gidiyorlar. Ya da, sevgiyi sevgi, beraberliği beraberlik, ayrılığı ayrılık, yaşamı yaşam, ölümü ölüm olarak yaşıyorlar. Oysa yaşam ölümle, ölüm yaşamla tanımlı. Ama sen? Senin için her beraberlik ayrılış, her ayrılış beraberlik, sevgi sevgisizlik, duyum duyumsuzluğun başladığı an. Birisinin teniyle yanyana olmak, kendi varoluşumu unutmak mı? Ya da daha derin algılamak mı? Kendi varoluşum? Her varoluş kendisiyle birlikte ölümü getirmiyor mu? Yaşamımda, daha doğrusu yaşamın ortasında, tüm özlemlerimin doyumsuz kaldığını nasıl da algılıyorum. Ama artık yorulmaksızın aramak yok. Aranan yaşantılar arandı. Yaşandı. Bir kısmı gömüldü. Yeniden toprak oldu. Canlılıklarını duyduğum, canlılıklarını birlikte bölüştüğüm birtakım insanlar gitti. Onlar adına, onları da özlemek, onlar için özlemek, onlar için de sevmek. İnsan yaşamının mutlak en önemli olgusu sevilen bir insanı özlemek, istemek. Onun yanındayken de özlemek, istemek. Oysa yaşam genellikle insanın bir başına kalması. Uykuda. Uykuyu ararken. Derin uykuların ötesinde bile zaman zaman düşünde sezinlemiyor mu insan birbaşınalığın çaresizliğini? Yollarda. Okurken. Pencereden caddelere bakarken. Giyinirken. Soyunurken. Herhangi bir kahvenin içinde oturan insanlara gelişigüzel bakarken. Hiçbir şey aramazken. Herhangi bir kahvede oturan insanları görmezken, başka olgular düşünürken… Yosun kokusunu yeniden duymaya çalışırken, bir kavşakta karşıdan karşıya geçerken, arabalar dünyasında yaşadığını son anda algılarken, büyük bir bulvarın tüm kahvelerinde oturanlardan hiçbirini tanımazken, bir mağazadan gelişigüzel yiyecek seçerken, ya da bir satıcıdan herhangi bir malı isterken, aynı anda özlem ve yalnızlıkları düşünürken, gidenleri, gelenleri, bölünenleri ölenleri, doğanları, büyüyenleri, yaşamak isteyenleri, yaşamak istemeyenleri özlerken, severken, sevilirken, sevişirken, hep yalnız değil miyiz? Yaşam özlemini doyuracak bir olgu mümkün mü? Yirmi yıl sonra aynı şarkılar çalıyor. Elliüç yıl öncesi çekilmiş bir film gösteriliyor. Bindokuzyüzyirmilerin, ellilerin giysileri vitrinleri dolduruyor. Açlık, savaş, geri kalmışlık ve inanılmaz felâketlerle ilgili haberleri, kitleler, masal dinler gibi dinliyor. İşte böylesi bir yaşam önümüzden gelip gidiyor. Sen, kendi duvarlarının gerisine çekiliyorsun. O, kendi duvarlarının gerisine çekiliyor. Bir başka kentte. Bir başka ülkede. Herkes bir başka kentte. Herkes bir başka dili konuşuyor. Ya da anlamaya çalışıyor. Aynı dili konuşan iki kişi yok. Her sözü, insanın kendisi için söylediğine inanıyorsun. Her söylenen söz, bir biçimde insanın kendi kendini onaylaması. Karşısındakine bir şey anlatmak istese de, gene kendi gerçeğini, bilmişliğini ya da doğru algılayışını kanıtlamak için söylenen sözler. Bir bedenin üzerinde dolaşan her el, kendi bedenini okşamak istercesine dolaşıyor öteki beden üzerinde. Doyum içinde ayrılacağımı sandığım bu yaşamdan, zaman zaman algılıyorsun ki, hiç de doyumla ayrılamayacaksın. Hiç yaşamamış gibi. Doymak mümkün mü? Sanki hiçbir şey, yaşamın hiçbir olgusu, henüz algılanan, duygularla tutulan güçle kavranmamış, yaşanmamış. Niçin bugün, yaşamın, tüm yaşamın önünden geçip gittiğini, artık ölümü beklemekten başka bir şey olmadığını, her gün gibi, bir kez daha anıyorsun? Yaşam: zamansız. Yaşamın hiçbir zamanı yok. Çocukluk, kadınlık, erkeklik, yaşlılık, yaşam, ölüm, sevgi, sevgisizlik, doyum, doyumsuzluk, her şey iç içe. Akıl, delilik, varlık, boşluk içiçe... --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/poetika1/message
    7m 48s
  • Emperyal Oteli

    30 MAR 2024 · Ben hiç böylesini görmemiştim Vurdun kanıma girdin itirazım var Sımsıcak bir merhaba diyecektim Başımı usulca dizine koyacaktım Dört gün dört gece susacaktımYağmur sönecekti yanacaktı Sameland seferden dönecekti Duvardaki saat duracaktı Kalbim kendiliğinden duracaktı Ben hiç böylesini görmemiştim Vurdun kanıma girdin itirazım varEmperyal Oteli'nde bu sonbahar Bu camların nokta nokta hüznü Bu bizim berhava olmuşluğumuz Bir nokta bir hat kalmışlığımız Bu rezil bu çarşamba günü İntihar etmiş kötümser yapraklar Öksürüklü aksırıklı bu takvim Ben hiç böylesini görmemiştim Vurdun kanıma girdin itirazım varSesleri liman sislerinde boğulur Gemiler yorgun ve uykuludur Sabahtır saat beş buçuktur Sen kollarımın arasındasın Onlar gibi değilsin sen başkasın Bu senin gözlerin gibisi yoktur Adamın rüyasına rüyasına sokulur Aklının içinde siyah bir vapur Kıvranır insaf nedir bilmezOtelin penceresinde duracaktın Şehri karanlıkta görecektin Karanlıkta yağmuru görecektin Saçların ıslanacak ıslanacaktı Kış geceleri gibi uzun uzun Tek damla gözyaşı dökmeksizin Maria Dolores ağlayacaktı İstanbul'u yağmur tutacaktı Bütün bir gün iş arayacaktım Sana bir türkü getirecektim Kulaklarımız çınlayacaktıEmperyal Oteli'nin resmini çektim Akşam saçaklarından damlıyordu Kapısında durmanı söylemiştim Yüzün zambaklara benziyordu Cumhuriyet Bahçesi'nde insanlar geziyordu Tepebaşı'ndaki küçük Yahudiler Asmalımescit'teki rum kemancı Böyle rüzgarsız kalmışlığımız Bu bizim iç çektiğimiz sancı El ele tutuşmuş geziyordu Gazeteler cinayeti yazıyordu Haliç'e bir avuç kan dökülmüştüEmperyal Oteli'nde üç gece kaldık Fazlasına paramız yetmiyordu Gözlerin gözlerimden gitmiyordu Dördüncü gece sokakta kaldık Karanlık bir türlü bitmiyordu Sirkeci Garı'nda sabahladık Bilen bilmeyen bizi ayıpladı Halbuki kimlere kimlere başvurmadık Hiçbiri yüzümüze bakmıyordu Hiç kimse elimizden tutmuyordu Ben hiç böylesini görmemiştim Vurdun... kanıma girdin.... kabulümsün... --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/poetika1/message
    3m 44s
  • Elçi / Gece Şarkısı

    24 MAR 2024 · Ben sizin en eski düşünüzüm bir daha göremeyeceğiniz düşünüz Ve hepimizin içindeki gizli infilâkım ben bir daha hatırlayamayacağınız Eski ölçülerinizi parçalayacaksınız Çünkü sizin en büyük hayalinizden büyüğüm Kozmonot pilotunuzum Sınırsızlığınızın sınırıyım ben Ben sonuncu elçinizim sizin Siz kimsiniz Bir kez harcamaya gör çabuk tükenir sayılı aşk suyunu çeker sen bir zamanlar sanmıştın ki aşkın sınırı yok oysa var ve o sınır sensin şimdi iskarmozları söküp götürmüşler nasıl kürek çekeceksin yaşama? İskorpitleri kim toplayacak? Deniz bir uçurumdur ağzına kadar su. gelirim! üstelik gelirsem ben kinsiz gelirim size hararetle uzattığım el sadece sevgi gelirim! üstelik gelirsem ben hınçsız gelirim gelirim bütün hesaplardan azade kavisli bi gökkuşağı gibi kollarım açıp sımsıkı kucaklamaya sizi gelirim! üstelik gelirsem ben temelli gelirim. --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/poetika1/message
    2m 31s
  • Buluşmak Üzere

    23 MAR 2024 · Diyelim yağmura tutuldun bir gün  Bardaktan boşanırcasına yağıyor mübarek  Öbür yanda güneş kendi keyfinde  Ne de olsa yaz yağmuru  Pırıl pırıl düşüyor damlalar  Eteklerin uça uça bir koşudur kopardın  Dar attın kendini karşı evin sundurmasına  İşte o evin kapısında bulacaksın beni  Diyelim için çekti bir sabah vakti  Erkenceden denize gireyim dedin  Kulaç attıkça sen  Patiska çarşaflar gibi yırtılıyor su ortadan  Ege denizi bu efendi deniz  Seslenmiyor  Derken bi de dibe dalayım diyorsun  İçine doğdu belki de  İşte çil çil koşuşan balıklar  Lapinalar gümüşler var ya  Eylim eylim salınan yosunlar  Onların arasında bulacaksın beni  Diyelim sapına kadar şair bir herif çıkmış ortaya  Çakmak çakmak gözleri  Meydan ya Taksim ya Beyazıt meydanı  Herkes orda sen de ordasın  Herif bizden söz ediyor bu ülkenin çocuklarından  Yürüyelim arkadaşlar diyor yürüyelim  Özgürlüğe mutluluğa doğru  Her işin başında sevgi diyor  Gözlerin yağmurdan sonra yaprakların yeşili  Bi de başını çeviriyorsun ki  Yanında ben varım... Can Yücel --- Send in a voice message: https://podcasters.spotify.com/pod/show/poetika1/message
    2m 15s

Eve dön, şarkıya dön, kalbine dön.." demiş şair. Belki de, hayatın içinde var olan onca lüzumsuz sesten arınmak ve kendi sesimize kucak açmak için kitapları aralamak lazımdır sadece. Meriç'in dediği...

show more
Eve dön, şarkıya dön, kalbine dön.." demiş şair. Belki de, hayatın içinde var olan onca lüzumsuz sesten arınmak ve kendi sesimize kucak açmak için kitapları aralamak lazımdır sadece. Meriç'in dediği gibi, kitaplara sığınmaktır gereken... İşte bu podcast kanalında, beni evime, içimdeki susmayan şarkılara ve kalbime döndüren bazı şiirler ve kitaplardan bölümler seslendirilecegim. Kim bilir, belki Sizin de ardınızda kalan ama dönmek istediğiniz diyarlara bir bilet keser bu şiirler hı? Ne dersiniz?
show less
Contacts
Information
Author Tuba Ulucinar
Categories Arts
Website www.spreaker.com
Email -

Looks like you don't have any active episode

Browse Spreaker Catalogue to discover great new content

Current

Looks like you don't have any episodes in your queue

Browse Spreaker Catalogue to discover great new content

Next Up

Episode Cover Episode Cover

It's so quiet here...

Time to discover new episodes!

Discover
Your Library
Search